Giriş
2020 yılı itibariyle tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgını nedeniyle işçi – işveren ilişkilerinde de olumsuzluklar yaşanmıştır. Özellikle, işverenlerin işyerlerini kapatmak zorunda kalmaları ekonomik olarak darboğaz yaşanmasına neden olmuş, sosyal devlet ilkesinin gereği birtakım desteklemeler olsa da özel sektör piyasasında işçi çıkarımı yapmaksızın ayakta kalmayı başarabilen şirket sayısı sınırlıdır.
Hali hazırda iş sözleşmesi devam eden işçiler, işverenin şartlarının uyması halinde “kısa çalışma ödeneği” sayesinde tam ücretini alabilmiş, işten çıkarmaların yasaklanması ile mevcudiyetlerini korumuştur. Peki ya Türkiye’de virüsün tespitinin yapıldığı 2020 Mart ayından önce iş görüşmeleri yapan ve sözleşme imzalamayı beklerken kısıtlamaların başlamasıyla iş sözleşmesi imzalayamayan işçiler yönünden nasıl bir durum ortaya çıktı? İşbu yazımızda Yargıtay kararları ışığında bu konuyu ele alacağız.
Olaylar
Ankara’da serbest avukatlık yaptığım için bir gün ofisimize havayolu şirketinde çalışan bir müvekkil adayımız geldi. 2019 Mart ayında kendince özlük haklarının daha iyi olduğunu değerlendirdiği başka bir havayolu firmasının alım ilanını görerek başvuru yapmış ve 2019 yılı Haziran ayında mülakat için hak kazandığı belirtilmiş. İlerleyen süreçte müvekkil mülakata katılmış ve 2019 yılı Eylül ayında başvuru yaptığı havayolu firmasından “mevcut işinden 1 hafta içerisinde istifa etmesi gerektiği, aksi takdirde İŞKUR desteğinden faydalanamayacağı için işe başlatılamayacağı” bildirilmiştir. Müvekkil de mevcut çalıştığı işyerinden kıdem tazminatını hiçe sayarak istifa etmiş ve ardından başvuru yaptığı şirkete istifa ettiğine ilişkin belgelerin tümünü iletmiştir. 2019 Kasım ayı içerisinde İŞKUR İşbaşı Eğitim Programı kapsamında işe başlatılan müvekkil yaklaşık 3 aylık eğitim süreci içerisinde aylık ücretinin yarısından daha az bir ücret almış, bu süreçte Ankara’da ikamet etmesine rağmen İstanbul’a giderek ev kiralamıştır. 2020 Şubat ayı içerisinde yeni havayolu şirketi tarafından 26 Şubat günü sözleşme töreni imzalanacağı duyurulmuş ve müvekkil ile birlikte tam 60 tane kabin memuruna üniforma dağıtımı yapılmıştır. Ancak evrakların yetişmediği bahane edilerek 2020 Mart ayının 2. Haftasında sözleşme töreni yapılacağı tekrar duyurulmuştur. Bu süreçte ise, 11 Mart 2020 tarihinde Sağlık Bakanı tarafından ilk COVID-19 vakasının tespit edildiği açıklanmış, 15 Mart 2020 tarihinde ise ilk ölümün gerçekleştiği duyurulmuştur. Sözü fazla uzatmayalım, bu sırada müvekkil ile birlikte 60 tane kabin memurunun sözleşme töreninin “süresiz olarak ertelendiği” kendilerine iletilmiş, 2 ay sonra yani Mayıs 2020’de ise, “Sözleşme imzalanıp imzalanmayacağı belirsiz olmakla birlikte, tekrar alım yapılacağı zaman ilk sırada değerlendirilecekleri” kendilerine bildirilmiştir. Tam 1 yıl boyunca mevcut işinden olan müvekkil ile birlikte çok sayıda işçi adayı mağdur olmuştur ve dolayısıyla haklarını öğrenmeye çalışmaktadır. Bunun üzerine biz de kapsamlı bir çalışma yaptık ve bu yazıyı ele alarak hem işveren hem de işçi yönüyle olayı aydınlatmaya çalıştık.
Genel Açıklamalar
Culpa In Contrahendo latince bir sözcük olup Türkçemizde “Sözleşme Öncesi Sorumluluk” olarak karşılığı bulunmaktadır. Culpa in contrahendo sorumluluğu, Türk/İsviçre sorumluluk hukukunun sözleşme sorumluluğu ve haksız fiil sorumluluğundan oluşan ikili yapısının, tüm sorumluluk hâllerini kapsayabilecek yeterliliğe sahip olmaması dolayısıyla ortaya çıkmıştır. Söz konusu sorumluluk türü, tarafl ar arasında sözleşme ilişkisi boyutuna varmayan bir özel bağlantının bulunduğu hâlleri, zarar gören bakımından elverişsiz hükümler içeren haksız fiil sahasından çıkararak, söz konusu hâllere sözleşme hükümlerinin kıyasen uygulanmasını mümkün kılan bir hukukî çareyi ifade eder. Sözleşme görüşmelerinin tek taraflı olarak kesilmesinin de culpa in contrahendo sorumluluğu hâllerinden birini oluşturduğu, doktrin ve uygulama tarafından kabul edilmektedir. Böyle bir sorumluluk düşüncesinin temelinde yatan sebep, sözleşmenin kurulacağı hususunda haklı bir güven duyan kişinin bu güveninin korunmasıdır. Bununla birlikte sözleşme görüşmelerinin sebep belirtilmeksizin, tek taraflı olarak kesilmesi, aynı zamanda Türk/İsviçre borçlar hukukunun temelini teşkil eden irade özerkliği ilkesinin taraflı ara tanıdığı önemli bir yetkidir. Bu durum, sözleşme görüşmelerinin kesilmesinden doğan sorumluluğun, diğer culpa in contrahendo sorumluluğu hâllerine göre daha dikkatli bir şekilde ele alınmasını gerektirir. Zira haklı güveni korumak uğruna irade özerkliğinin ciddi derecede zarara uğratılması, Türk/İsviçre borçlar hukukunun temel yapısı ve ilkeleriyle bağdaşmaz.
Culpa in contrahendo sorumluluğunun varlığı için, sözleşmenin kurulup kurulmamasının ya da geçerli olup olmamasının da bir önemi yoktur. Aynı durum sözleşmenin olumlu ihlali halleri için de söz konusudur. Bütün bu hukuki kurumların temelinde dürüstlük kuralı gereği korunması gereken ve bu yüzden yasal bir yükümlülük olarak da ortaya çıkan, kendine özgü bir sorumluluk vardır. Güven sorumluluğu edim yükümünden bağımsız yasal bir borç ilişkisine dayanır. Sorumluluğun doğması için zarar verenle zarar gören arasında asli edim yükümünün doğumunu sağlayacak bir sözleşme ilişkisinin kurulmuş olması gerekmez. Taraflardan birinin kendi davranışlarıyla diğer tarafta güven oluşturmasıyla, bu ikisi arasında var olan güven ilişkisinin zarar görmüş olmasından dolayı dürüstlük kuralı gereği bir sorumluluk meydana gelmektedir.
Culpa in contrahendo sorumluluğunun uygulanabilirliği Türk Medeni Kanunu’nun 2. Maddesinde yer alan; ” – Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” Hükmü ve Türk Borçlar Kanunu’nun “Önsözleşme” başlıklı 29. Maddesinde yer alan; “Bir sözleşmenin ileride kurulmasına ilişkin sözleşmeler geçerlidir. Kanunlarda öngörülen istisnalar dışında, önsözleşmenin geçerliliği, ileride kurulacak sözleşmenin şekline bağlıdır.” Hükmüyle sağlanmaktadır.
Uygulamada, işçi – işveren uyuşmazlıklarında “Culpa in contrahendo” sorumluluğu her ne kadar karşımıza çıkmıyor gibi görünse de aslında tarafların yasal haklarını tam anlamıyla kullanamamaları içtihat oluşmasının önüne geçmektedir. Alacak davalarında Türk Borçlar Kanunu’na yapılan atıflarla Culpa in contrahendo sorumluluğuna sıklıkla değinilirken pandemi sürecinde iş hukukunda da bu sorumluluğun gündeme geleceği kanaatindeyim. Keza, işçi – işveren uyuşmazlıklarına ilişkin Yerel Mahkeme kararlarının temyiz dairesi olan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 17.09.2020 tarih, 2016/20712 tarih, 2020/8343 Karar sayılı ilamında Culpa in contrahendo sorumluluğuna değinilmiştir.
Tabi ki dosyanın temyiz incelemesine tabi tutulduğu tarihte pandemi nedeniyle iş sözleşmesinden kaynaklı uyuşmazlık olmadığından bu kararda Culpa in contrahendo sorumluluğuna yer verildiğini, dolayısıyla yukarıda bahsi geçen somut olayda da aynı ilkenin uygulanabileceği kanaatindeyim. Şöyle ki; ilgili Yargıtay ilamında; “Taraflar arasında işçinin davalı şirkette dış ticaret uzmanı olarak çalışması yönünde sözleşme imzalandığı, bu sözleşme çerçevesinde davalı şirket tarafından Bakanlığa izin için başvuru yapıldığı, izin belgesi düzenlenmesi için harç yatırılması gerektiğinin davalı şirkete bildirilmesinin ardından davalı şirketin bu harcı yatırmayarak iş sözleşmesinin kurulmasına engel olduğu anlaşılmaktadır. Davacı işçinin bu sözleşmeye güvenerek çalıştığı işyerinden ayrıldığı da sabittir. Bu durumda davalının işçiyi kusurlu olarak sözleşmenin kurulacağı yönünde yanılttığı ve güven ilişkisini ihlal ettiği açıktır. Taraflar arasında iş sözleşmesi kurulmadığından işçi tarafından bakiye ücret alacağı istenmesi mümkün değildir. Ancak sözleşmenin kurulmaması işçinin kusurundan kaynaklanmamaktadır. Davalı şirket çalışma izni için gerekli harçları yatırmayarak iş sözleşmesinin kurulamamasına neden olmuştur. Davacının davalı şirketten sözleşme öncesi zararlarını talep etmesi mümkündür.” Denilmiştir. Kararın devamında da uzunca Culpa In Conrtahendo sorumluluğundan bahsedilmiş ve iş sözleşmelerinin de temelde bir sözleşme olduğu, karşılıklı güven duyularak sözleşme imzalandığı veya imzalanacağına dair güvence verildiği detaylıca izah edilmiştir. Her ne kadar, yukarıda bahsettiğim somut olayda pandemi nedeniyle sözleşme askıya alınmış veya iptal edilmişse de yasal olarak işçinin sözleşme öncesi güvene dayalı olarak uğradığı zararların tazminini istemesi mümkündür. Bu durum yalnızca havayolu şirketleri için değil sözleşme imzalanacağı güveniyle maddi zarara uğrayan ve bunu ispatlayabilen tüm işçiler için geçerlidir.
Türk Hukuku’nda maddi zararı bertaraf eden nedenlerden birinin mücbir sebep olduğu dikkate alındığında, COVID-19 salgınının mücbir sebep olup olmadığı tartışmaya açılacaktır ki bu durum işçi veya işveren tarafından farklılık gösterebileceği gibi işverenin çalışma faaliyeti için de farklılık gösterecektir. Örneğin; 1 yıl boyunca devlet politikası gereği restoranına müşteri kabul edemeyen restoran işletmecileri için durum mücbir sebep olarak kabul edilebilecekken; yalnızca 1 aylık kısıtlama sonucunda tüm ülkelere uçuş yapabilen havayolu şirketi için bu durum mücbir sebep sayılamayabilecektir. Keza, farklı bir görüşe göre ise, yine devlet politikalarının neticesinde restoran sahibi işletmelere yapılan destek ve kısa çalışma ödeneğinin sağlanması restoran işletmecisinin sözleşme öncesi verdiği güven sebebiyle sözleşme imzalaması gerektiğini, teşvik ile kişiyi çalıştırabileceğini öngörebilir.
Burada tartışmaya açık başka bir konu da; Culpa In Contrahendo sorumluluğunun Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerine dayanması nedeniyle görevli mahkemenin iş mahkemeleri mi yoksa genel yetkili mahkemeler mi olduğudur. Ancak bu başka bir makalenin inceleme konusu olacağından bu konuya detaylı yer vermeyeceğim.
SONUÇ
Culpa In Contrahendo sorumluluğu, sözleşme öncesi sorumluluk olarak nitelendirilen ve toplumda sözleşmenin tarafları arasında güveni ve dürüstlüğü uygulamanın zorunlu hale gelmesini sağlamaya çalışan bir ilkedir. Sözleşme kurulacağı yönünde tarafların birbirine güven vermesi ve sözleşme taraflarından birinin kusurlu veya ihmali davranışı nedeniyle sözleşmenin kurulmasına engel olması halinde kurulacak sözleşmeye binaen maddi zarara uğrayan taraf zararların tazminini karşı taraftan isteyebilir. Yukarıda da izah edildiği üzere, mücbir sebep kavramı mücbir sebebin oluş biçimine, mücbir sebebin sözleşmeye etkisine ve yorumlayan makamın görüşüne göre değişebileceğinden COVID-19 salgının mücbir sebep olup olmadığı halen tartışmalıdır. Kanaatime göre, COVID-19 salgını faaliyet gösteren her işletme için mücbir sebep sayılamaz. Keza, sokağa çıkma kısıtlamalarının olduğu süreçlerin tamamında hizmet veren veya faaliyet gösteren işyerlerinin COVID-19 salgının mücbir sebep olarak bahane etmeleri hakkaniyete aykırıdır.
Sonuç olarak, sözleşme ilişkisi kurmak amacıyla bir araya gelen taraflar arasında kendiliğinden hukuki bir ilişki meydana gelir. Bu ilişki taraflara birbirlerine karşı güvene uygun, özenli ve dürüst davranma yükümlülükleri yükler. Bu yükümlülüklere aykırılık Culpa In Contrahendo sorumluluğu aracılığı ile zararın tazminine olanak sağladığı gibi bu sorumluluk kanunlarda açıkça düzenlenmediği gibi doktrin ve mahkeme kararları ile gelişmiş ve gelişmeye devam edecektir.
Kaynakça
• Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 17.09.2020 tarih, 2016/20712 Esas, 2020/8343 Karar sayılı ilamı,
• www.legalbank.com.tr
• Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XVIII, Y.2014, CULPA IN CONTRAHENDO SORUMLULUĞU BAĞLAMINDA SÖZLEŞME GÖRÜŞMELERİNİN KESİLMESİ, Özgür GÜVENÇ
• Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.25, S.1, 2017, GÜVEN SORUMLULUĞU VE “CULPA IN CONTRAHENDO” Yrd. Doç. Dr. Yasemin DURAK